21 Aralık 2007 Cuma

Pars Narkoterör

Osman Sınav, güncel ve kitlelerin ilgisini çekecek konulara Hollywood ayarında yaklaşmaya devam ediyor. Önceki işlerine ‘şiddet’ ve dahi ‘mafya’ eleştirileriyle yaklaşanların da kayıtsız kalamayacağı bir film var bu defa karşımızda. Sınav, bir narkotik polisi özelinden hareketle uluslararası uyuşturucu ağına çekiyor dikkatleri.

Hikâye, başarılı narkotikçi Ertuğrul Karahan’ın (Uğur Polat) katıldığı bir operasyonla başlıyor. Muhbirleri Haşhaşî’nin verdiği bilgi doğrultusunda yapılan operasyonda, büyük mafya babalarından biri ölü bulunuyor. Ne var ki onu vuran kurşun, bir polisin silahından çıkmış değil. Bu karışıklığın daha da büyümemesi için çok geçmeden Ertuğrul ve eşi, çocuklarının gözü önünde öldürülüyor, Haşhaşî tarafından. Ailenin iki çocuğu Atilla ve Tayfun ise kurşunlardan kaçıp kurtulmayı başarıyor.

… Ve 16 yıl sonra… Babasına özenen, ailesinin intikamını almak isteyen Atilla da (Mehmet Kurtuluş) artık bir narkotikçi… Özenle yetiştirmeye çalıştığı kardeşi Tayfun (Haluk Piyes), üniversiteye hazırlanmakta ve bir kızı sevmekte. Ancak babasının terk ettiği ve annesiyle yaşayan Beril (Duygu Şen) adındaki bu kız, Tayfun kadar temiz değil maalesef. Eski erkek arkadaşının etkisiyle uyuşturucuya bulaşmış biri. Tayfun’sa ağabeyinden gördüğü gibi kollayıcı tavırla yaklaşıyor ama nafile. Eski Türk filmlerinden âşina olduğumuz bir uyuşturucu partisi ve akabindeki (filmde izleyiciyi rahatsız edecek şekilde bütün açıklığıyla gösterilen) rezalet sahnesi sonucu, hiçbir ilgisi olmasa bile Tayfun da uyuşturucu yüzünden kaybediyor hayatını. Üstelik tam da Atilla’nın, ucu büyük patronlara ve siyasîlere dayanan operasyonu yüzünden kızağa çekildiği bir zamanda… Ancak Allah’tan ki Atilla’nın amiri de bütün baskılara rağmen doğru bildiği yoldan taviz vermeyen biridir ve resmen olmasa bile fiilen, başlayan büyük operasyonu Atilla’ya emanet eder. Görünürde banka sahibi olan, perde gerisinde ise uluslararası uyuşturucu ticareti yapan büyük patron (Murat Daltaban), onları Hollanda ayağındaki Klaus’a (Udo Kier) götürecektir. Bundan sonrası Hollanda, Monako, İstanbul üçgeninde bir mekik dokuma… Bütün bu işlerde Atilla’ya -emniyet kolunda- ‘devresi’ Asena (Nida Şafak), kardeşinin ölümünü soruşturma konusunda -eğitim kolunda- ise Tayfun’un rehberlik hocası İnci (Pelin Batu) yardım eder. Ve tabii olmazsa olmaz; ‘devre’si Asena, birdenbire ortaya çıkan İnci Hanım’ı kıskanmaktadır; onca işin arasında hem de!

Bir üçlemenin ilk filmi olan ‘Pars: Kiraz Operasyonu’, uyuşturucunun dünya çapındaki yolculuğunu gösterirken uğradığı emniyet, siyaset, ekonomi ve eğitim duraklarının her birine dikkat çekiyor. Ama belki de en cesur işareti, ölüm ticaretine çomak sokulduğu gerekçesiyle milletvekilini sıkıştırıp işi içişleri bakanına çıkmaya kadar vardıran bir yapının olduğu ya da olabileceği yönünde. Bunun yanı sıra Tayfun’un başına gelenler, uyuşturucunun, en temiz insanları bile belaya nasıl bulaştırabileceği konusunda bir uyarı.

Bir aksiyon filmi olarak tanıtılsa da, duygu dozu daha baskın olan bir hastane sahnesi var ki şahsen başka hiçbir sahneye değişmem. Tabii dileyenler Atilla’nın, takip ettiği TIR’ın tepesindeki akrobatik hareketlerini gösteren sahneleri de tercih edebilir. Bazı yerlerde ışıklar patlamasa ve gayet gerçekçi diyaloglarla yapay diyaloglar art arda gelmese çok daha zevkli seyredilebilir ‘Pars: Kiraz Operasyonu’. Ki halihazırda bir numaralı kötü adam da olsa Murat Daltaban’ın ve ‘pars’ımız Mehmet Kurtuluş’un oyunculuğu sağlıyor bunu. Yalnız ‘pars’ın özellikleri konusunda kafam karışık. Filmin tanıtımında dendiğine göre pars, gürültüde çıtırtıyı bile duyan ve avına bir pençe mesafesi yaklaşana kadar sabreden bir hayvanmış. Gelin görün ki bu Atilla başkomiser, teşkilatın en tez canlısı, en kıpır kıpırı! Seyrederken filmin 140 dakika olduğunu fark etmememizi de başlıca bu sağlıyor olsa gerek…

Hiç yorum yok: